13 Şubat 2015 Cuma

BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ VE ŞEYTAN

Vagus sinirinin ulaştığı organlar
Bu yazımda İnançlarımız ve yaşam enerjimizi yönlendiren düşünsel kalıplarımızın çekirdeklerini negatif enerjilere dönüştüren bir etkenden bahsedeceğim.

BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ
Bedenimiz ve zihnimiz üzerinde tahmin ettiğimizden çok etkisi olan beslenme alışkanlıklarımız, neden öyle hissettiğimizin ve davrandığımızın, sağlıksızlığımızın, korkularımızın, kaygılarımızın ve daha bir çok düşünsel ve duygusal alışkanlıklarımızın hatırı sayılır sebeplerindendir.
Hz. İsa beslenme çok güzel vermiş: Yaşamak için yiyin, yemek için yaşamayın. İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa ise beslenme alışkanlıklarımız hakkında bizi şöyle uyarıyor: "Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa ki Ademoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırsın."(Tirmizi, Zühd, 47). Oysa günümüz insanı zengin medeniyet coğrafyalarında beslenme alışkanlıklarının yanlışlığı ve abartısı yüzünden bir çok hastalığa yakalanmaktayken, bazı coğrafyalarında ise insanlar açlıktan ölebilmektedir.
Farkında olmadan karnımıza yolladığımız her şey aslında bir enerjidir. Kendine has özellikleri olan; bir ihtiyacımıza karşılık gelen; azı karar çoğu zarar enerjilerdir yiyecek ve içecekler. Televizyon izlerken, gazete okurken, yürürken, düşünürken, hesap yaparken yediklerimiz vücudumuzda bir çok işleme tabi tutulurlar. Sıraya konulur, muhallebi kıvamına getirilir, ayrıştırılırlar. İşe yarayacak olanlar vücuda dağıtılırken, bir kısmı bağırsaklara oradan da dışarı yollanır. İhtiyaç fazlası olanlar da Merter’de ki gibi dükkanın önüne “Export fazlası” diye satılamaz, yağ ve toksinli artıklar olarak vücumuzda biriktirilir. Biz ise sadece “yeme” kısmına odaklandığımızdan içimizde neler olup bittiğini farketmeyiz hatta düşünmeyiz bile. Ne zaman, ne kadar, hangi kalitede, doğal mı yapay mı, gerçekten ihtiyacımız var mı yok mu gibi soruları kendimize sormadan gün boyu midemize hep bir şeyler göndeririz. Böylece tüm beden sistemimizi harekete geçirmiş oluruz. Yeme- içme isteği (içki, kola vb.) ve sindirim sistemi birbirini tetikleyen kısırdöngü halinde sadece bağırsaklarımızı meşgul etmekle kalmaz, aynı zamanda düşünce ve duygu merkezlerimizi de etkileyerek beynimizi de çoğunlukla-karmaşık ve aslında hiç istemiyeceğimiz-enerjilerle sürekli rahatsız eder. İhtiyacımızı karşılamak halinden çıkıp bedenimize ve zihnimize bir işkence haline dönüşür. Herhangi bir öğünde bitkisel, hayvansal ve karbonhidratlı yiyeceklerin karıştırılarak alınması belki de (genellikle) yeterince çiğnenmeden yutulması vücudumuzun merkezinde bir çok salgının ortaya çıkmasına neden olur. Her birinin kimyasal özelliklerinin birer duyguya karşılık gelmesi, gün boyu zihnimizin neden karmaşık duygular ürettiğine sanırım doğru bir açıklama olur.
         
MİDENİZDE İKİNCİ BİR BEYİN VAR
            13 Kasım 2011 tarihli Vatan gazetesinin haberinde sözettiğimiz konu yukarıda ki başlıkla incelenmiş. Yazıda bağırsak beynin beslenme alışkanlıklarımız ve duygularımız üzerinde ne denli etkili olduğuna dair çarpıcı bilgiler vermekte: (http://haber.gazetevatan.com/midenizde-ikinci-bir-beyin-var/410556/45/Ekstra)
Freud ekolünün tanımladığı birincil süreç düşünce (iptidai ve engellenemez düşünce) ile Kur'an'da adı geçen, insanın "apaaçık düşmanı" olarak belirtilen iblisin bazı özellikleri arasında ciddi benzerlikler olduğunu düşünüyoruz. 
İblis: vesvese veren, yaldızlı sözler fısıldayan, kafa karıştıran, insanı bilmediği şeyleri söylemeye sevk eden gibi özellikleriyle aynı beslenme alışkanlıklarımızın yanlışlığından kaynaklanan negatif ağırlıklı düşüncelerin zihnimizi istila etmesi gibi birden ve engellenemez ilkel düşünce (birincil süreç düşünce) oluşmasına neden olmaktadır. Bu konu ile ilgili bilgileri daha sonra ayrıntılı bir yazı şeklinde sizinle paylaşmayı düşünüyorum. Fakat hemen belirtmem gerekir ki bir emanet ve olan beden ve organlar da kötülük aramak doğru değildir. İnsanın kendi iradesini doğru bilgi ile eğitmemesinden kaynaklanan negatif düşünceler tıpkı beslenme alışkanlıklarımız gibi değiştirilebilir ve yeniden inşa edilebilir. Yeter ki yanlış alışkanlıklarımızın farkına varalım.
Beyin ve bağırsağın embriyonun oluşma ve gelişmesinden önce cenin gelişimi esnasında bölünen aynı doku kümesinden meydana geldiği ortaya çıkmıştır. Bir bölüm merkezi sinir sistemi haline gelirken, diğer parçada enterik sinir sistemi haline gelmek için göç eder. Daha sonra iki sinir sistemi de Vagus siniri diye adlandırılan bir kablo yoluyla bağlanırlar. Baş tarafla ilgili en uzun sinirin adı Latince’den türetilmiş olup “kıvrıla kıvrıla giden” anlamına gelmektedir. Vagus siniri, beynin sapından boyun aracılığıyla kıvrılır ve nihayetinde karında sona erer. (www.altamedangel.com/www.okyanusum.com)
Yapılan araştırmalar bağırsak beynin (gut brain) kafada ki beyinde olduğu kadar sinir ağı barındırdığını ve çoğu kez beyinden emirler almayıp kendi sistemini, hafızasını ve işlevlerini yürüttüğünü göstermektedir. Spastik kolon hastalarında, stres döngüsü rahatsızlıklarında, depresyon, otizm ve daha birçok psikolojik rahatsızlıkta bağırsak beynin kafadaki beyne vagus siniri yoluyla bilgiler yolladığı, onu uyardığı aynı çalışmalarla gözlemlemiştir. 
Bağırsakların sürekli ve yanlış şekillerde çalışmaya zorlanması, esas canlılık ve yönetim merkezimiz olan otonom sinir sistemimizin (Beyin-omurilik) gerektiği gibi çalışmasına engel olduğu gibi, bizleri bağırsağıyla düşünen insanlar haline getirme tehlikesi de hiç te yabana atılır gibi değildir. Psikoanaliz de “birincil süreç düşünme” olarak adlandırılan,ilkel, denetimsiz ve çoğu kez menfi duyguların ortaya çıkışıyla, Vagus siniri yoluyla bağırsaklardan beynimizin rahatsız olma merkezi olan “Limbik Sistem’e”veriler (duygular) yollaması arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunmakta. Tıpkı Kur’an’da iblisin insanı onları görmediğimiz yerden vesveselerle kafamızı karıştırmaya çalışmasında olduğu gibi. Yeme içme konusunda bilimsel ve dinsel bilgiler birbiriyle örtüşmektedir. Bu da demek oluyor ki yedip içtiklerimize hem beden hem de ruh sağlığımız açısından dikkat etmeli, yaşamak için yemeyi kendimize ilke edinmeyi ciddi olarak düşünmeliyiz. Doğru beslenme konusunda yaptığım araştırmalara dayanarak bazı önerilerde bulunabilirim:

•Yemekçeşitlerini birbirine karıştırmamaya özen gösterin. Karbonhidratlar, bitkiselve hayvansal gıdaları aynı öğünde tüketmeyin.

•Güne hamur işiyle başlamayın. Çorbayı tercih edebilirsiniz.

•Yiyeceklerinizi ya sıvı ağırlıklı, muhallebi kıvamında alın veya bolca çiğneyerek hazmınızı kolaylaştırın.

•Yemek yerken mutlaka bir miktar su için, nefes alış verişlerinizi yavaşlatıp sakince yemek yiyin.

•Doğal ortamında, katkısız yöntemlerle yetiştirilmiş besinleri tercih edin. Paketlenmiş gıdalardan uzak durun.

•Kırmızı et tüketimine dikkat. Hayvanın beslendiği ortam, yemi, hijyeni ve kesim usülünün doğruluğundan emin değilseniz o eti yemeyin. Bunun yerine temiz sularda avlanmış balığı tercih edebilirsiniz.

•Tavuk etinde fabrikasyon üretimden uzak durun. Antibiyotiklerle güneş ışığı görmeden olduğu yerde durarak büyüyen bir tavuk, üreticinin gözünde bir ticaret malıdır. Oysa tavuk ta diğer tüm canlılar gibi saygıya layıktır. 
Hatırlayın, hayatta canlı-cansız herşey bir enerji taşır ve bu enerji bir başkasına geçebilir.

•Kola, alkol, uyuşturucu gibi içecek ve bağımlılık yapan sıvılardan vazgeçin. Bağırsaklarınızı yakarak son derece negatif duyguları harekete geçirir, zihninizin sağlıklı çalışmasına engel olurlar.

•Metabolizmanızın çalışmasını dikkate alarak yemek saatlerinizi belirleyebilirsiniz. Gece ağır yemekler kabusa neden olabilir.

•Yemeğe odaklanarak, farkında olarak yemeye gayret edin. Başka şeylerle ilgilenirken veya başka şeyler düşünürken yemekten uzak durun. Hem çok yersiniz hem çiğnemeden yiyip hazmı zorlaştırırsınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder